Tehlikeli Nağmeler: Sıcak Kafa


Upuzun bir aradan sonra yeni yazı ekranını karşımda görünce biraz heyecanlandım, itiraf ediyorum. En son 2019'da yazmışım. Sonrası benim için hayatımın bambaşka bir noktaya evrilmesi şeklinde ilerledi. "Bugün festivalde hangi filme gitsek"ten, "bu çocuğun kesin gazı var"a evrilen bir değişim bahsettiğim. Yeniden başka bir şeylerle ilgilenmeye başlayabilmem tam 32 ay sürse de, şu an burada klavyeyi tıkırdatıyor olmak beni çok gururlandırıyor. Yeniden dönmeye karar verdiğimde siteyi bir düzenleyeyim dedim ama birçok yazıyı taslağa çekip, "ben bunu düzelteyim" mükemmeliyetçiliğine yakalandığım için birçok yazı daha sonra usul usul sitede yerini alacaktır. Bilgilerinize.Suskun gidişimin muhteşem dönüşü ne ile olsun diye düşünürken, son zamanlarda izlediklerim arasında en beğendiğimle başlamak istedim. Bundan 4-5 yıl önce bize "pandemi ne" diye sorsalar hepimiz elimizdeki telefonlara sarılır, pandeminin ne olduğunu Google'da aramaya başlardık. Aradan geçen süre zarfında hepimiz "pandemi" kelimesinin bırak anlamını bilmeyi, eklerini, köklerini ayırabilecek hale geldik. Afşin Kum, Sıcak Kafa romanını yazarken günün birinde gerçekten bir pandemi ile karşılaşacağımızı düşündü mü bilmiyorum ama eminim ki Sıcak Kafa'nın dizisini izleyen herkes benim hissettiğim o tanıdık boğulma hissini yaşamıştır. Sıcak Kafa nasıl bir dizi, sorusunun yanıtı bu uzun aranın dönüş yazısı olmayı bu sebeple başardı.



Sıcak Kafa


"Semantik bir virüs. Sekiz sene önce başlayan salgında adını ilk böyle koymuştuk. Konuşarak, kulaktan kulağa yayılan bulaşıcı bir delilik hastalığı. ARDS, halk tabiriyle "abuklama." Çünkü insanlar anlamsızca konuşmaya başlıyorlar. İlk ve en önemli belirtisi bu. İletişim kanallarının kapatılması, ekonomik buhran, sistemin tümden çöküşü, panik, korku, kaos derken dünya hızla salgına teslim oldu. Beklenen tedavi bir türlü gelmeyince de, Salgınla Mücadele Kurumu (SMK) olağanüstü önlemler almaya devam etti. Şehirleri bölüp, güvenli bölgeler oluşturacaklarını ilan ettiklerinde geri dönülemez bir sürece girdiğimizi anladık. İnsanları ailelerinden, dostlarından, sevdiklerinden ayırıp duvarların ardına, karantina bölgelerine hapseden bu uygulamayla dört bir yanda çıkan isyanlar, çatışmalar, ayaklanmalar ve bu bahaneyle yönetime el koyan bir kurum SMK."

Distopik bir Türkiye'de, bilinmeyen bir zamandayız. Gri bir İstanbul, etrafta kulaklıklarıyla dolaşan ve birbirleriyle hiç konuşmayan insanlar karşılıyor bizi. Herkesin birbirine şüpheyle baktığı şehir hem çok tanıdık, hem de bir o kadar yabancı. 




Murat Siyavuş, bir dil bilimci. Bu salgının ortasında abuklamaya karşı bağışıklığı olan tek insan. Bağışıklığı nasıl kazandığı bilinmese de, laboratuvarda çıkan yangın öncesi SMK'da çalışan araştırma ekibindeyken, üzerinde yapılan testlerin bir sonucu olduğu tahmin ediliyor. Salgında karısını, laboratuvardaki yangında en yakın arkadaşını kaybeden Murat göze batmadan, bir anlamda gölgeler arasında yaşamayı tercih ediyor. Gerçeklerin bir gün ortaya çıkmak gibi bir huyu olduğundan, Murat'ın bu durumu polislerden Anton tarafından keşfediliyor. Hastalığın tedavisine özel bir ilgisi olan Anton'un yakın takibi Murat Siyavuş'u saklandığı karanlık köşeden çıkarmayı başarıyor. 

Murat, karanlık köşesinden çıktıktan sonra SMK karşısında güçlü bir direniş grubu olduğunu öğreniyor. Kendilerine Artı 1 diyen bu muhalif grup da aslında Murat'ın bağışıklığının peşinde, tıpkı SMK gibi. Hastalığın bir tedavisi varsa, bunun Murat'ın bağışıklığı ile olacağını düşünüyorlar. Herkes Murat'ın bağışıklığının peşine düşedursun, Murat'ın tek isteği bu lanetten kurtulmak. Bir yandan SMK'dan kaçarken, bir yandan da kendisine bu bağışıklığı veren şeyi yapan laboratuvar yangınında aslında ölmeyen en yakın arkadaşı Özgür'ü arıyor.






Murat ile birlikte bu salgının kilit olan diğer ismi ise Abukların Darth Vader'i Haluk. 6. seviye bir abuk olan Haluk, ilk abuklayan. Sonradan anladığımız üzere de, karşısındakiler ne kadar kulaklık takıyor olsa bile Haluk'un konuşması karşısındakileri abuklatıyor. Murat ve Haluk arasında aynı rüyayı görecek kadar bir telepatik güç var. Sebebini ise henüz bilmiyoruz.

Sıcak Kafa nasıl bir dizi? 

Distopik yapımlara özel ilgisi olan bir insan olarak çok daha iyi yapımlar izlemedim mi, elbette izledim. Ancak bu durum, Sıcak Kafa'nın Türkiye sınırları içerisinde izlediğim en iyi distopik yapım olduğu gerçeğini gölgelemiyor. Distopik tür, Türkiye'de denenmeye korkulan, denense bile içine mutlaka doğu mistizminin karıştığı şeyler çıkıyordu. Bu anlamda Sıcak Kafa bir ilki başarıyor. Distopik yapımların en önemli özelliği kendi evrenini yaratmasıdır. İzlediğimiz, var olmayan, ancak bize varmış gibi hissettiren bir yerdir yaratılan evren. Artıları, eksileri, mantık hataları ararsanız tonla bulursunuz elbette. Ancak Sıcak Kafa bu kendi atmosferini yaratma işini çok iyi kotarmış. İzlerken böyle bir dünya olduğuna ikna oluyorsunuz. Oyunculuklar, çekim kalitesiyle bayağı dünya standartlarında bir iş izliyoruz.

Dizide yer alan abuklama, aslında Wernicke Afazisi diye bir hastalık. Tıpkı dizideki gibi bu hastalıkta da, hastalar durumlarının farkında olmadan akıcı bir şekilde konuşurlar. Dakikada söyledikleri kelime sayıları, normalden çok fazladır. Bu yüzden ağızlarından çıkanın ne olduğu anlaşılmaz. Ancak hasta konuştuğunu anlatabildiğini düşündüğü ve anlaşılmadığı için öfkelenir. Hastalık her ne kadar gerçek olsa da, filmdeki gibi bir salgına dönüşmesi mümkün değildir.

İlk sezonunun finalinden, olası bir ikinci sezon geleceği anlaşılıyor. İlk sezon bize karakterleri, salgını, dizinin yarattığı evreni anlatmak için bir giriş kısmı gibi olmuş. 


0 yorum