Yuvalar Yapan Dişi Kuş: Maggie's Plan



Ekim ayının yıldızının Jullianne Moore olduğundan bu ayın ilk gününde bahsetmiştim. Her gün olmasa da bu ay içerisinde, içinde Jullianne Moore barındıran filmler bol bol burada yerini alacak. Bu arada filmleri seçerken sadece başrol olduğu filmlerden seçmedim. İlk filmimiz daha önceden blogta misafirim olan Freeheld idi. İkinci film ise başarılı bir romantik komedi olan Julianne Moore'u başrolde değil de ikinci bir rolde ama muhteşem bir performansla izlediğimiz Maggie's Plan.

Maggie; New York'ta yaşayan, bir üniversitede yüksek lisans öğrencilerine danışmanlık yapan, kariyer olarak iyi bir yere gelmiş olsa da aşktan yüzü gülmemiş bir kadındır. En uzun ilişkisi 6 ayı geçmeyen Maggie, aşktan ve mutlu bir evlilikten umudunu kesmiştir. Aşktan umudunu kesmiş olsa da bir çocuk sahip olmak isteyen Maggie mükemmel planını yapmıştır. Zeki olan bir adamı donör olarak bulduktan sonra; bu zeki, yakışıklı bir adamın spermleriyle bir çocuk sahibi olmak. Aranılan ideal donör  ise matematik dehası olacak kadar zeki olan ancak mesleği yerine manavlık yapan eski bir arkadaşı Guy'dır. Maggie için planı tıkır tıkır giderken, hayat ona başka sürprizler hazırlamıştır. Çocuk sahibi olmak için gün sayan Maggie, o sırada antropolog John ile tanışır. John, onunla aynı dili konuşuyordu ve bu O'nun bu hayatta artık umudunu kestiği bir şeydir.



Antropolog olan John, bir akademik yayınının yarattığı rüzgardan faydalanmaya karar verip yazarlığa taze adım atmıştır. Evli, iki çocuk babası olan John'un karısı Georgette ile kopmak üzere olan bir evliliği vardır. Mesleki anlamda çok başarılı karısı Georgette'nin gerisinde kalan John, ondan yazmak istediği kitapla ilgili yeterli desteği bulamamaktadır. Tam da bu sırada tanıştığı Maggie, Georgette'den göremediği ilgiyi alakayı Maggie'den görmeye başlar. Maggie, John'un Georgetta'da olmasını istediği her türlü özelliği taşıyordur. Georgette ile ilişkisinde baskın olan taraf Georgatte iken, Maggie ile ilişkisi tam tersidir. John sürekli Georgette'nin başarılarının gölgesindeyken, Maggie onun egosunu besleyen kendi isteklerinin onun John'un isteklerini koyan bir kadındır. Maggie daha uysal bir kadın, Georgette onu daha değersiz gösterecek kadar başarılı ve asi bir kadındır. Hal böyle olunca John kısa sürede Georgette'den boşanır ve Maggie ile John evlenir. Böylece Maggie'nin mükemmel planı tarihin tozlu sayfalarında yerini alır.



Maggie ve John'un da bir çocukları olur. Ve mutlu son mu? Hayır, işler pek de Maggie'nin istediği gibi gitmez. Bir süre sonra kendi çocuğu ve John'un diğer çocuklarının sorumlulukları Maggie'ye kalır. John sürekli yazar depresyonlarında, Georgette çok meşgulken çocukların tüm işleri Maggie'ye kalır. Hatta Maggie çocuklarla ilgilenirken John ve Georgette uzun uzun konuştukları telefon konuşmaları yaparlar. Üstelik aşkın o toz pembe hali geçmiş ve Maggie John'un gerçek kişiliğiyle tanışmıştır. En başlarda tanıdığı o nazik, ruh ikizi sandığı adam ilgi delisi narsist bir adamdır. Ve bir gün Maggie bir bakar ki yaşadığı hayatla, yaşamak istediği hayat arasında fersah fersah mesafe avrdır. Üstelik John da ruh eşi değildir. John'un ve çocukların ihtiyaçlarına yetişmekten kendi hayatını yaşayamaz hale geldiğini fark eder. Bu sıralarda fark ettiği bir diğer şey de, bir zamanlar sorunlu görünen Georgette ve John'un ilişkisi artık pek de sorunlu değildir. Hatta John ve Georgette bir elmanın iki yarısı kadar ruh eşidirler. Maggie yeniden bir mükemmel plan yapar ve John ve Georgette'yi bir araya getirip, kendi mükemmel hayatını yaşamaktır bu plan. Bu amaçla Georgetta'nın imza gününe gider. Bakalım bu kez planı işleyecek mi?




Fonda New York'un olması, içerisinde üç kişilik bir aşk çıkmazı barındırması, karakterlerinin toplumun aydın kesiminden olması bize karşımızda bir Woody Allen filmi varmış gibi hissettiriyor. Filmi izlediğimizde ise bu hissimiz tamamen ortadan kalkıyor. Çünkü karşımızda Woody Allen filmlerinden daha komplike bir film, daha karmaşık ve daha iyi yazılmış karakterler var. Bir kere her Woody Allen filminin olmazsa olmazı olan daha yüzeysel ama şeytani kadın tipi yerine daha akıllı kendi hayatını ve hayatında bulunan erkeğin hayatına yön veren kadınlar karşımızda. Woody Allen'ın kadınlarına göre daha akıllı, daha dominant ve daha feminist kadınları var Rebecca Miller'ın. Yine Woody Allen filmlerini daha erkek gözüyle ve sonunda erkeğin kazandığı şekillerde anlatırken, Rebecca Miller daha kadınların gözünden ve erkeğin olayların akışında daha az etkili olduğu bir dil kullanmış. Bu açılardan bakıldığında Rebecca Miller'ın ortaya daha iyi bir iş çıkardığını görüyoruz. Çünkü Maggie's Plan seçimleri kadınların yaptığı, ilişkileri kadınların çekip çevirdiği ve doğal olarak son sözü de kadınların söylediği bir film. 




Maggie karakterinde Frances Ha'daki yalın ve doğal oyunculuğuyla gönlümüzde taht kuran Greta Gerwig şahane bir performans sergiliyor. Şehirli, aydın, içeriden nevrotik dışarıdan uysal Maggie karakteri üzerine cuk diye oturmuş sanki. Ethan Hawke, bencil depresif, hiç büyümeyen John karakterinde epey iyi iş çıkarıyor. Georgette rolünde göz bebeğimiz Julianne Moore var. Buzlar kraliçesi, bencil, işkolik, acımasız Georgette karakterinde şahane bir performans izliyoruz Julianne Moore'dan. Hele karakterine oturttuğu o aksan yok mu, gerçekten insan hayran kalıyor performansına.



Filmin yönetmenliğini The Private Lives of Pippa Lee'den tanıdığımız Rebecca Miller yapıyor. Filmin genelinde alttan yansıtılan feminist havayı ve filmde erkeklerin edilgen, kadınların etkin konumda olmasını o kadar dengeli ve güzel bir dille anlatmış ki bir kez daha Rebecca Miller'a hayran kalıyorsunuz. Üstelik Rebecca Miller'ın bu feminist tavrına karşı; internette Rebecca Miller hakkında bilgi edinmeye kalktığınızda hakkında nasıl başarılı bir yönetmen olduğuna dair bilgiden önce O'nun bir adamın kızı, bir adamın karısı etiketleriyle karşılaşıyorsunuz. Düşünsenize bir kadın olarak ne kadar başarılı olursanız olun, toplum size erkek tabanlı bir etiket yapıştırıyor. Okurken size düşündürülen bu kadın iyi bir yönetmen, iyi bir senarist ama babası da öyleydi. Kocası Daniel Day-Lewis de ondan da geliyor bu başarısı gibi gibi gibi. Sırf bu sebepler bile Rebecca Miller'ın neden bu kadar kadın dilinin kullanıldığı bir film yaptığını anlıyoruz.




Yuvayı dişi kuş yapar sözünü bize dolaylı ve mizahi bir dille anlatan bir film olmuş Maggie's Plan.

Bizi instagramdan takip ediyor musunuz?

0 yorum