Masal Gibi Bir Film: Kelebekler
Bir film izledim ve günlerdir aklımdan çıkmıyor. İçinde yaşamak, yaşlanmak istiyorum filmin. Üstelik filmin bitiş jeneriğini de sonuna kadar izledim, salonların ışığı kapanana kadar yerime çakılıp bekledim. Son ana kadar umudumu kaybetmedim. Bir sonraki film için beni salondan kovmak zorunda kalmasınlar diye ayaklarımı sürüye sürüye salonu terk ettim. Bitmişti işte. Ancak filmin içerisine girip, orada yaşama isteğim günlerdir geç-mi-yor a dostlar!
Hangi filmden mi bahsediyorum?
Butterflies/ Kelebekler
IMDB: 8.1/10
Yönetmen: Tolga Karaçelik
Oyuncular: Tolga Tekin, Bartu Küçükçaglayan, Tuğce Altuğ, Serkan Keskin, Hakan Karsak
Astronot Cemal, Aktör Kenan ve Öğretmen Suzan... Yıllar önce annelerinin intiharıyla ve babalarının onlardan vazgeçişiyle birbirinden kopup dünyanın farklı bölgelerine dağılmış üç kardeş. Önce kader ayırmış onları, sonra onlar geçmişin yükünden kurtulabilmek için birbirlerinden ayrılmışlar. Yıllarca hayatlarında eksik olanın, birbirlerinin varlığı olduğunu bilmeden yaşayıp gitmişler. Hayatları türlü türlü başarısızlıklarla dolmuş bu kardeşlerin.
Cemal, çoğu çocuğun büyüyünce olmak istediği astronotluğu gerçeğe dönüştürmüş. Ancak, öyle bir astronot ki Cemal hiç uzaya ayak basmamış. Uzaya çıksa belki içindeki boşluk dolacak diye umut etmiş. Yıllarca ailesine mezar olan Hasanlar'dan kilometrelerce uzağa kaçmak, ülke değiştirmek yetmemiş acısıyla baş etmesine. Kişisel gelişim kitapları yazıp, acılarla baş etme gurusu oldu sanmış ama gezegeni terk etmek isteyecek kadar tazeymiş içindeki acısı.
Kenan, birkaç dizide sıradan roller oynayıp bir türlü elde edemediği başrolleri küçümseyerek avutmuş kendini. Ağacı seslendirmiş, kediyi seslendirmiş. Susturmuş içindeki sesleri. Yok saymış tüm yaşadıklarını. Öyle yok saymış ki unutmuş Hasanlar'ı, unutmuş Suzan'ı Cemal'i.
Suzan ise özlemle yanmış kavrulmuş. Hiç sahip olmadığı ailesini düşünmüş, hayal etmiş, miş miş miş. Hayal ettiği ailesine kavuşamayınca, önce öğretmen olmuş. Bir sürü çocuğu olursa içindeki boşluk dolar sanmış. İçindeki boşluğa tıkıştırmış, tıkıştırmış ama yetmemiş onca çocuk boşluğunu doldurmaya. Kendi bir aile kurarsa içindeki kara delik yok olur diye düşünmüş bu sefer. İçindeki kara delik yüzünden yanlış seçimler yapmış. Elinde her cümlesi "taşeron" kelimesiyle başlayan, anlatan ama dinlemeyen, aldatan bir adamla; insanlar kendisini içindeki kara delikle baş başa bırakmasın diye hissettiklerini susan bir Suzan kalmış.
Bir gün aramış babaları. Anneleri ölünce onları da diri diri toprağa gömen babaları. Çağırmış çocuklarını, biliyormuş ki günleri sayılı. Düşmüş üç kardeş yola zar zor, ite kaka. Çıktıkları öyle bir yolmuş ki; Cemal acısıyla hiç baş edemediği gerçeğiyle çok haşin bir şekilde yüzlemiş, Kenan'ın bugüne kadar yok saydığı her şey bir bir karşısına dikilmiş, Suzan hissettiği tüm duygulara sahip çıkmayı ne hissediyorsa anında kusması gerektiğini öğrenmiş. Hasanlar'a vardıklarında; patlayan tavuklar, her şeyden şüphe eden bir imam, sakinleri şahsına münhasır bir yer bulmuşlar. Bir tek babaları yokmuş artık, onları beklerken bırakıp gitmiş bu dünyayı. Vasiyet etmiş arkasından beni kelebeklerle beraber gömün diye.
Masal gibi bir film Kelebekler. Karakterleriyle, mekanlarıyla, müzikleriyle, anlattıklarıyla bir masal karşılıyor sizi Kelebekler'de. Çocukken, annemizin anlattığı masalların içinde yaşamayı hayal ederdik hani. Öpülerek uyandırılan prenses yahut öpülerek prense dönüştürülen kurbağa. Kelebekler'de de, Tolga Karaçelik'in masalında yaşamak istiyorsunuz. Cemal'in karşısına dikilip "hiçbir şeyle baş edemiyorsun" diye haykırmak, Kenan'ı her şeyle yüzleşmesi için omuzlarından tutarak sarsmak, Suzan'a sarılıp her şey geçecek demek istiyorsunuz.
Kültür Bakanlığı'ndan destek alamayan filmi için Tolga Karaçelik'in savaştığı dönemlerden beri takip ediyorum Kelebekler'i. Filminin bütçesi için başlattığı kampanyada hayran kalmıştım azmine. Bu filmi mutlaka izleyeceğim diye hafızama kazımış, sinemayla ilgili bir blog yazarı olarak tüm gelişmeleri yakından takip etmiştim. En sevdiğim festival Sundance'den ödülle dönünce epey göğsüm kabarmıştı. Benim için yeri ayrıdır Sundance'in çünkü. Oradaki filmler bağımsızların en güzeli, en özelidir benim için. Yıllardır biriktirdiğim Sundance filmleri içerisinde artık bir Türk filmi olması çok mutlu etmişti beni. Filmin gösterime girmesini dört gözle beklerken tek korkum vardı. Filmin hem dram, hem de komedi hatta biraz kara komedi olması düşündürüyordu beni açıkçası. Çünkü sinemada matematiği en zor tutturulan türlerin başında geliyordu. İçimde bu şüpheler ve Sundance jürisine olan inancımla filmin ilk gösterimlerinden birine koşarken buldum kendimi.
Film bittiğinde tüm şüphelerimin yerini kocaman bir "iyi ki" almıştı. Çünkü film son yıllarda izlediğim en güzel filmlerde ilk sırayı anında kaptı. Tolga Karaçelik bir zanaatkar edasıyla ilmek ilmek işlemişti filmin, Filmi izlerken bir Suzan'la ağlıyor, bir şüpheci imamla kahkahalara boğuluyorduk. Filmin amacı bir mutlu son, karakterize edilmiş bir son değildi. En çok bu yönünü sevdim. Filmin matematiği o bildiğimiz aile, yol filmlerinden değildi. Geçmişte ne olduğunun en ince detayları, karakterlerin bugüne kadar nasıl geldiği hangi yollardan geçtiği değildi mesele. Hayatın ta kendisiydi film. En büyük öfkelerin çabucak unutulduğu, en büyük acıların camdaki buğu gibi silindiği ve hayatın bir şekilde akıp gittiğini anlatıyordu size.
Bu blog olsun, önceki bloglarım olsun yıllardır filmlerle ilgili yazıyorum. İlk defa bir filmle ilgili bu kadar kesin söylüyorum. Gidin bu filmi izleyin a dostlar! İzledikten sonra bir kez izlemenin yetmeyeceğinin garantisini de veriyorum. Ben vizyondan kalkmadan birkaç kez daha izlesem mi diye düşünüp duruyorum günlerdir!
1 yorum
Ay çok merak ettim. Çok güzel anlatmışsın
YanıtlaSil