Filmekimi Günlüğü: We the Animals/ Biz Hayvanlar
Filmekimi başladı! Şanslıyım ki bu yıl en merak ettiğim filmlerinden ikisini festivalin ikinci günü izleme fırsatım oldu. Filmekimi 2018'in ilk filmiyle açılışımızı yapıyorum!
We the Animals
IMDB: 7.2/10
Yönetmen: Jeremiah Zagar
Oyuncular: Sheila Vand, Raúl Castillo, Evan Rosado, Josiah Gabriel, Isaiah Kristian
Amerika'nın bardağın boş tarafı kısmına hoş geldiniz. We the Animals Amerika'nın kirli yüzünden bir kesit sunuyor bize. İşçi sınıfından bir ailenin en küçük çocuğu Jonah. İki abisi ve anne, babasıyla beş kişilik bir aileler. Evlilikleri inişli çıkışlı olan ebeveynlerin bu durumuna karşı üç kardeş üçüz gibi birbirlerine sahip çıkıyor, tutunuyor.
İçerisindeki queer hava ile 2017 yılının Oscar ödüllüsü Moonlight'ı hatırlatan We the Animals, abilerinden ve ailesinden farklı olduğunu anlayan bir çirkin ördek yavrusu hikayesi. Bir yandan da çocuk sahibi olup da ebeveyn olmasını bilmeyen bir anne babanın hikayesi. Geceleri evin geçimini sağlamak için mesaide çalışan, gündüzleri yorgunluktan onlarla ilgilenecek vakti kalmayan, kendi iç çekişmeleri ve kavgalarının arasında çocuklarının helak olmasını umursamayan bir anne babaya sahip Jonah. We the Animals'te ebeveynlerinin çatışmalı ilişkilerinin gölgesinde üç Porto Riko'lu çocuğun travma dolu yaşamını Jonah'ın gözünden izliyoruz.
Abilerinin aksine annesine daha düşkün olan Jonah, annesinin de gözdesi bi' nevi. Ancak kocasıyla ciddi sorunlar yaşayan annenin bir noktada Jonah'a hastalıklı bir sevgisi olduğunu görüyoruz. Annesi tarafından çok sevildiği için abilerinden farklı olduğunu düşünen Jonah'ın, bir süre sonra erkek dünyasında kendini bir yabancı gibi görmeye başladığını görüyoruz. Komşu oğlunun izlettiği porno, Jonah üzerinde epey kötü bir etki bırakıyor. Abilerinin izlediklerini görüşü ve kendinin izlediklerinden çıkardığı anlam Jonah'ın diğerlerinden farklı olduğunu anladığı ilk an oluyor. Ve ardından komşu oğluna duyulan o boğulma hissiyle özdeşleştirdiği ilk aşk Jonah'ın eşcinselliğinin kabulüne vardığı anlar oluyor.
Filmin iki ayrı ayrı yarı olarak düşünmek gerekiyor. İlk yarısı yaz. İlk yarısında birbirleriyle geçinmekte zorlanan anne-baba, birbirinden hiç ayrılmayan siyam üçüzü gibi dolaşan üç çocuk izliyoruz. Yüzme bilmeyen Jonas'a babasının öğretme tekniği yüzünden, annesiyle babasının şiddetli kavgasıyla aile büyük bir krize giriyor. Baba evden gidiyor, anne hayatla bağlantısını kesiyor, çocuklar kendi başına yaşamaya çalışıyor. Kısa bir süre sonra eve pişman dönen baba, ailesine karşı pişman ve onlara sarılmış bir şekilde dönüyor. Kısa süreli bir aile olma hissi, aile saadeti yaşanıyor. Filmin ikinci yarısında ise film bambaşka bir noktaya ulaşıyor. Kış geliyor dünyaya. Büyüyen iki abiyle birlikte, ailenin çehresi de değişiyor. Jonah kendini içerisine doğduğu aileye yabancı hissetmeye başlıyor. Bu yabancılaşmanın beraberinde film daha karanlık bir atmosfere bürünüyor. Tam kışa yakışır biçimde.
Filmi sadece cinsel kimliğini bulmaya çalışan bir çocuğun hikayesi olarak adlandırmak filme biraz haksızlık olur gibi geliyor bana. Jonah yaşadığı aileyi, yaşadığı hayatı sürekli gözlemleyen bir çocuk. Her olay onda diğerlerinden farklı bir izlenim bırakıyor. Özellikle abilerinin artık ergenliğe adım attığı bölümde, Jonah abilerinden tamamen başka olduğunu fark ediyor. İşte bu noktada filmin daha fazlası olduğu ortaya çıkar. We the Animals, bir çocuğun hayatta kim olmak istediğini nasıl bir insan olmak istediğinin arayışı. Cinsel kimliği bu arayışın sadece bir parçası.
Justin Torres'in aynı isimli yarı-otobiyografik romanından uyarlanan We the Animals, Jeremiah Zagar'ın ilk uzun metrajlı filmi. Yıllarca belgeseller çeken yönetmen ilk kurmaca filmi We the Animals'te başarılı bir iş çıkarmış ortaya. Film ile ilgili en sevdiğim yan tüm filmin tamamen çocuğun gözünden anlatılması oldu. Anne, babanın yaptığı her hareketin çocuklarında nasıl bir iz bıraktığını Jonah'ın çizimleriyle anlatması da bir başka güzel detaydı. Filmin başından sonuna kadar olan o gergin hava çizimlerin animasyona dönüşmesiyle sizi biraz daha yerinizde rahatsız ediyor.
Filmin türü her ne kadar dram olsa da, açıkçası film beni bir gerilim filmi kadar gerdi. Bu tarz bir gerginliği yine dram olsa da The Florida Project'te yaşamıştım. Filmin başından sonuna kadar o minik kızın başına kötü bir olay gelecek diye gerim gerim gerilmiştim. We the Animals'da da aynı gerginliği yaşadım. Depresif anne ve sorumsuz babayla baş başa kalan üç çocuğun başına bir istismar olayı gelecek diye tüm filmi diken üstünde izledim. Filmin bu açıdan kocaman bir boşlukla bırakıldığını da söylemem lazım. Filmin beni bu denli germesinin tek iyi yanı, yönetmenin ve oyuncuların nasıl iyi bir iş çıkardığının kanıtı olması oldu.
Sundance Film Festivali'nde Yenilikçilik Ödülü'nü alan We the Animals Filmekimi'nde kaçırılmaması gereken filmlerden biri olmuş.
Amerika'nın bardağın boş tarafı kısmına hoş geldiniz. We the Animals Amerika'nın kirli yüzünden bir kesit sunuyor bize. İşçi sınıfından bir ailenin en küçük çocuğu Jonah. İki abisi ve anne, babasıyla beş kişilik bir aileler. Evlilikleri inişli çıkışlı olan ebeveynlerin bu durumuna karşı üç kardeş üçüz gibi birbirlerine sahip çıkıyor, tutunuyor.
İçerisindeki queer hava ile 2017 yılının Oscar ödüllüsü Moonlight'ı hatırlatan We the Animals, abilerinden ve ailesinden farklı olduğunu anlayan bir çirkin ördek yavrusu hikayesi. Bir yandan da çocuk sahibi olup da ebeveyn olmasını bilmeyen bir anne babanın hikayesi. Geceleri evin geçimini sağlamak için mesaide çalışan, gündüzleri yorgunluktan onlarla ilgilenecek vakti kalmayan, kendi iç çekişmeleri ve kavgalarının arasında çocuklarının helak olmasını umursamayan bir anne babaya sahip Jonah. We the Animals'te ebeveynlerinin çatışmalı ilişkilerinin gölgesinde üç Porto Riko'lu çocuğun travma dolu yaşamını Jonah'ın gözünden izliyoruz.
Abilerinin aksine annesine daha düşkün olan Jonah, annesinin de gözdesi bi' nevi. Ancak kocasıyla ciddi sorunlar yaşayan annenin bir noktada Jonah'a hastalıklı bir sevgisi olduğunu görüyoruz. Annesi tarafından çok sevildiği için abilerinden farklı olduğunu düşünen Jonah'ın, bir süre sonra erkek dünyasında kendini bir yabancı gibi görmeye başladığını görüyoruz. Komşu oğlunun izlettiği porno, Jonah üzerinde epey kötü bir etki bırakıyor. Abilerinin izlediklerini görüşü ve kendinin izlediklerinden çıkardığı anlam Jonah'ın diğerlerinden farklı olduğunu anladığı ilk an oluyor. Ve ardından komşu oğluna duyulan o boğulma hissiyle özdeşleştirdiği ilk aşk Jonah'ın eşcinselliğinin kabulüne vardığı anlar oluyor.
Filmin iki ayrı ayrı yarı olarak düşünmek gerekiyor. İlk yarısı yaz. İlk yarısında birbirleriyle geçinmekte zorlanan anne-baba, birbirinden hiç ayrılmayan siyam üçüzü gibi dolaşan üç çocuk izliyoruz. Yüzme bilmeyen Jonas'a babasının öğretme tekniği yüzünden, annesiyle babasının şiddetli kavgasıyla aile büyük bir krize giriyor. Baba evden gidiyor, anne hayatla bağlantısını kesiyor, çocuklar kendi başına yaşamaya çalışıyor. Kısa bir süre sonra eve pişman dönen baba, ailesine karşı pişman ve onlara sarılmış bir şekilde dönüyor. Kısa süreli bir aile olma hissi, aile saadeti yaşanıyor. Filmin ikinci yarısında ise film bambaşka bir noktaya ulaşıyor. Kış geliyor dünyaya. Büyüyen iki abiyle birlikte, ailenin çehresi de değişiyor. Jonah kendini içerisine doğduğu aileye yabancı hissetmeye başlıyor. Bu yabancılaşmanın beraberinde film daha karanlık bir atmosfere bürünüyor. Tam kışa yakışır biçimde.
Filmi sadece cinsel kimliğini bulmaya çalışan bir çocuğun hikayesi olarak adlandırmak filme biraz haksızlık olur gibi geliyor bana. Jonah yaşadığı aileyi, yaşadığı hayatı sürekli gözlemleyen bir çocuk. Her olay onda diğerlerinden farklı bir izlenim bırakıyor. Özellikle abilerinin artık ergenliğe adım attığı bölümde, Jonah abilerinden tamamen başka olduğunu fark ediyor. İşte bu noktada filmin daha fazlası olduğu ortaya çıkar. We the Animals, bir çocuğun hayatta kim olmak istediğini nasıl bir insan olmak istediğinin arayışı. Cinsel kimliği bu arayışın sadece bir parçası.
Justin Torres'in aynı isimli yarı-otobiyografik romanından uyarlanan We the Animals, Jeremiah Zagar'ın ilk uzun metrajlı filmi. Yıllarca belgeseller çeken yönetmen ilk kurmaca filmi We the Animals'te başarılı bir iş çıkarmış ortaya. Film ile ilgili en sevdiğim yan tüm filmin tamamen çocuğun gözünden anlatılması oldu. Anne, babanın yaptığı her hareketin çocuklarında nasıl bir iz bıraktığını Jonah'ın çizimleriyle anlatması da bir başka güzel detaydı. Filmin başından sonuna kadar olan o gergin hava çizimlerin animasyona dönüşmesiyle sizi biraz daha yerinizde rahatsız ediyor.
Filmin türü her ne kadar dram olsa da, açıkçası film beni bir gerilim filmi kadar gerdi. Bu tarz bir gerginliği yine dram olsa da The Florida Project'te yaşamıştım. Filmin başından sonuna kadar o minik kızın başına kötü bir olay gelecek diye gerim gerim gerilmiştim. We the Animals'da da aynı gerginliği yaşadım. Depresif anne ve sorumsuz babayla baş başa kalan üç çocuğun başına bir istismar olayı gelecek diye tüm filmi diken üstünde izledim. Filmin bu açıdan kocaman bir boşlukla bırakıldığını da söylemem lazım. Filmin beni bu denli germesinin tek iyi yanı, yönetmenin ve oyuncuların nasıl iyi bir iş çıkardığının kanıtı olması oldu.
Sundance Film Festivali'nde Yenilikçilik Ödülü'nü alan We the Animals Filmekimi'nde kaçırılmaması gereken filmlerden biri olmuş.
2 yorum
Güzel bir yazı olmuş tebrikler : https://tabletadam.com/
YanıtlaSilBlogunuzu zaman zaman ziyaret ediyorum. Çok güzel çalışmalarınız var. Başarılarınızın devamını dilerim. Benim de daha dört aylık bir blogum var, bu konuda çok bilgi sahibi değilim. Benim blogumu da zaman zaman ziyaret etmek ve yorum yapmak suretiyle desteklemenizi bekliyorum. Herkese iyi çalışmalar dilerim.
YanıtlaSil